MERSİN   FORUM  ÇÖZÜM   KLİNİK    PSİKOTERAPİ MERKEZİ


                                                  
HASTALIKLAR

Düşünce Suçu İşlemek (Obsesif Kompülsif Bozukluk)

Düşünce Suçu İşlemek (Obsesif Kompülsif Bozukluk)

‘’Düşünmenin’’ ve ‘’eylemde’’ bulunmanın, hissetme, duyumsama, sezme, dinleme, oyun oynama, hayal kurma, yaratıcı sanatlardan keyif alma ve diğer daha az rasyonel özellikler taşıyan ve daha az yararcı olan etkinlik biçimleriyle karşılaştırıldığında belirgin bir orantısızlık gösteren derecede, kişiyi psikolojik açıdan iten etkenler olduğu durumlarda bu kişilerde obsesif kompülsif kişilik yapısının bulunduğu sonucunu çıkarabiliriz.

Genellikle sorumluluk sahibi, güvenilir, yüksek standartlara ve ahlaki değerlere bağlı kişilerdir. Ahlaki zorunluluklar karşısında, kurallara bağlı ve titizdirler ve ellerinden gelen çabayı gösterirler. Bu kişilik özellikleri, stresli veya aşırı talep içeren durumlarda, daha sonra ritüellere dönüşecek olan semptomatik davranışlar halini alabilirler.

Obsesif kompülsif insanlar kendi düşmanca duygularından korkarlar ve hem gerçek hem de tamamen zihinsel nitelikteki saldırganlığa ilişkin aşırı özeleştiriden muzdariptirler. Geçmişte ebeveynlerinin verdiği mesajların içeriğine bağlı olarak şehvete, açgözlülüğe, kibre, tembelliğe, hasede ve benzeri duygulara da kendilerini kaptırma konusunda da aynı derecede endişeli olabilirler.

Obsesif Kompülsif Bozukluğun Gelişimsel Alt Yapısı

Obsesif kompülsif bozukluğun gelişim seyrine dair birçok kuramsal açıklama mevcuttur. Freud, obsesif kompülsif belirtiler gösteren kişilerin tipik olarak; temizlik, inatçılık, dakiklik, içinde tutma, vermeme… gibi tuvalet eğitimiyle özdeşleşmiş meseleler üzerine yoğunlaşmış olduklarını belirtmiştir. Ayrıca, gelişimsel olarak hazır olmadıkları bir dönemde, sert ve zorlayıcı bir şekilde tuvalet eğitimine zorlanan, ebeveynlerin her şeye karıştığı ve mükemmeliyetçi bir ebeveynlik tarzının hakim olduğu ailelerde yetişen çocuklarda obsesif kompülsif belirtilerin çıkabileceği söylenmektedir.

Çocuklara tuvalet alışkanlığı kazandırabilmenin ön koşulu çocuğun fiziksel olarak buna hazır olmasıdır. Yani çocuğun dışkısını tutabilmesini sağlayan anal bölge kaslarının olgunlaşması ve istemli bir şekilde kasılabilir hale gelmesi gerekir. Ortalama olarak çocukların 2- 2,5 yaşlarında bu kaslarını istemli olarak kasabilir hale geldikleri bilinmektedir. Çocukların bu kaslarını kontrol edebilecek düzeye gelmeden verilmeye çalışılan tuvalet eğitimleri ya da anne babanın çok titiz, otoriter olması ve çocuğu zorlaması olumsuz sonuçlar doğurabilmektedir.

Çocuğun gözünden olaya bakmaya çalışırsak; öncelikle çocuklar bu dönemde üzerinde hâkimiyet kurabildikleri, kontrol edebildikleri bir şeyin daha farkına varmaya başlarlar. 2 yaşından itibaren anal bölge kasları üzerinde hâkimiyet kurmaya başlayan çocuk bunun sayesinde istediği zaman kakasını yapabildiğinin, istemediği zaman kakasını tutabildiğinin farkına varır. Kakasını istediği zaman yapabilmesi çocukta eylemleri üzerinde kontrolü olduğu hissini uyandırır.

Yine çocuk gözüyle bu durumu irdelemeye devam edecek olursak, çocuk için kakası biz yetişkinlerin zihinlerinde olduğu gibi; pis, iğrenilmesi gereken bir şey değil sadece ve sadece onun bedeninden dışarı çıkan bir şeydir. Hatta kendinden bir parça olduğundan dolayı çocuk için kakası değerli bir şey de olabilir. Çocuk için yeni kazanılmış bir kontrol ve hâkimiyet alanı olan kakasını tutabilme ve istediği zaman ve istediği yere boşaltabilme haz veren ve kendisiyle gurur duyabileceği bir şey olmaya başlar.

Bu dönemde çocuk hazır olmadan ya da katı bir tutumla kazandırılmaya çalışılan tuvalet eğitimi çocukta kontrolü kaybetme, yargılanma, eleştirilme hislerine neden olabilir. Kontrolünü yitirmiş, tutarsız, kirli, öfke ve utanç duygularına kapılmış olmak yerine, kontrolü elinde tutan, dakik, temiz ve titiz olma ihtiyacı çocuğun kimlik ve özsaygı duygusunun sürdürülebilmesi açısından önemli kişisel özellikler haline gelirler. Bu tarz bir aile ortamında çocuklar ya hep ya hiç düşünce (ya temizsin ya da pis) tarzını benimsemeye ve yetiştirilme tarzının bir sonucu olan katı bir süperego’dan dolayı sürekli kendilerini eleştirmeye, utanç duymaya meyilli hale gelebilirler.

Bilişsel davranışçı terapi açısından OKB’ye bakacak olursak. Obsesyonlar (takıntı) sürekli tekrar eden ve bizleri sıkıntıya sokan düşünceler, istekler ya da zihnimizde canlanan imgelerdir. Tekrar eden davranışlar olarak da bilinen kompülsiyonlar (zorlantı) ise insanların sıkıntılarını azaltmak için kendilerini yapmak zorunda hissettikleri sürekli yinelenen davranışlardır. Obsesif kompülsif bozuklukta düşünceler sihirli bir güce sahip gibidir, tıpkı 2 yaşındaki bir çocuğun düşünmenin yapmakla eşdeğer olduğuna inanması gibi. Kişinin kirlenme, kendine ya da başkasına zarar verme ve toplumun kabul etmeyeceği bir davranışta bulunma düşünceleri (takıntı) korku ve kaygıyı tetiklemekte ve bu düşüncelerden kurtulmak için bir şeyler yapmaya zorlamaktadır.

Birçok kişi bu tür düşünce ve imgelerden kaçınmaya çalışarak obsesif düşünceleriyle başa çıkmaya çalışmaktadırlar. Bir diğer başa çıkma yolu ise yukarıda da bahsedildiği gibi ritüelleşmiş davranışlarda (kirli bir cisme dokunduğunu düşünen birinin hemen elini yıkaması, birilerine zarar verebileceğine inanan birinin sosyal ilişkilerini kısıtlaması ya da Allah’tan sürekli af dilemesi…) bulunmaktır. Bu kaçınmacı ve telafi edici davranışların da sorunları vardır. İlk olarak bir şey hakkında düşünmemeye çalışmak (bir maymunun sizin karşınızda sırıttığını düşünmemeye çalışın) o şeyi gündemimizde tutmaya devam etmemize yani pekişmesine neden olabilmektedir. İkinci olarak ise ritüelleşmiş davranışlarla (sürekli temizlik yapma…) sağlamaya çalıştığımız rahatlama maalesef geçicidir ve muzdarip olduğumuz düşünceler zihnimize hücum etiğinde bu davranışların tekrar etme olasılığı çok yüksektir. Bu tıpkı susuzluğunu gidermek için tuzlu su içmek gibidir. Sonuç itibariyle susuzluğunuz katlanarak artar.

Obsesif Kompülsif Bozukluğun Tedavisi

Obsesif kopülsif bozukluktan muzdarip olan kişilerin çocukluk yaşantılarına baktığımızda kontrolcü, mükemmeliyetçi ve talepkar bir ebeveyne sahip oldukları bilinmektedir. Terapistin, psikoterapide dikkat etmesi gereken konulardan ilki nezaket kurallarına azami önem göstermektir. Okb’si olan kişiler geçmiş yaşantılarından dolayı birilerinin onlara neyi nasıl yapması gerektiğini zorlayıcı bir tarzda söylemesine, sebepsiz yere kendilerine kızılmasına alışkındırlar. Terapide, psikoterapistin tarzının tahakküm edici olması danışanların içsel korku ve utanç duygularını harekete geçirebilir. Böyle bir durumda danışanın uyum gösteriyormuş gibi görünmesi terapisti yanıltmamalıdır. Olan şey geçmişte ebeveyn ve çocuk arasındaki ilişkinin tekrarlanmasından başka bir şey değildir. Okb’si olan bireylerde göze çarpan ilk duygu ise utanç duygusudur, psikoterapist danışanın bu duygusunu anlamalı ve duruma uygun bir şekilde yorumlamalıdır.

Düşünmek ve yapmak üzerine organize olmuş bir kişiliğe sahip olan bireylerde duygular genellikle konuşulmama hatta yok sayılma eğilimindedir. Okb’li bireylerin bir şeyi düşünmekle onu yapmayı aynı kefeye koymalarının altındaki nedenlerden biri de duygularını yalıtıp düşüncelerine aşırı önem vermeleridir. Danışana duygularına giden yolda duygusal koçluk yapmak ve hissetmenin utanılacak ve kendini suçlu hissettirecek bir şey olmadığı, en normalinden en absürdüne insanların bir takım duygu ve düşüncelere sahip olabileceği ve bunlar yüzünden suçlanamayacağı, terapide bizatihi uygulanarak yeni bir deneyim kazanmanın yolları açılmalıdır.

Mükemmeliyetçi, kontrol etmeyi seven ve yargılayıcı bir ailede yetişmek kuşkusuz insanda; öfke, suçluluk ve kontrol edemediği duygularından, düşüncelerinden ve eylemlerinden utanç duymaya neden olmaktadır. Çocuk gözüyle olaya baktığımızda anne babasına ölüm kalım derecesinde bağımlı olan bir çocuğun öfkesini ebeveynine yöneltmesi pek de olağan bir durum değildir, hele ki başta da belirtildiği gibi ebeveynler baskıcı ve yargılayıcı ise bu bir kat daha zordur. Bu gibi durumlarda var olan öfke, utanç ve suçluluk duyguları çocuk tarafından kendi kişiliğine yönlendirilerek faturayı kendine kesmektedir. Okb’li kişilerle yapılan psikoterapilerin başarılı olabilmesinin bir diğer şartı da eleştirilerini, öfkelerini cezalandırılma korkularından uzak bir şekilde dile getirebilir hale gelmelerini desteklemektir.

Psikoterapi süreci boyunca terapistin; nezaket kurallarına dikkat ederek talepkar ve cezalandırıcı olarak algılanmasının önüne geçilmesi, duyguların farkına varılması için danışanı desteklemesi ve son olarak danışanın öfkesini, eleştirilerini dile getirebilmesinin önünü açması danışan ve psikoterapist arasındaki terapötik ittifakın kurulması ve güçlenmesinin ön şartlarıdır.

Takıntılı duygu, düşünce ve dürtülerle baş başa kalındığında insanlar kendilerini kötü hissederler ve bu histen kurtulmak için bir takım zorlantılar ya da kaçınma eylemleri devreye girer. Bu obsesif düşüncelerin verdiği rahatsızlığı kompülsif eylemlerle ya da kaçınarak ortadan kaldırmaya çalışmak maalesef geçici bir rahatlama sağlar. Yapılan araştırmalar herhangi duygu, düşünce ve dürtüden kurtulma çabaları insanları o düşünceyi çağrıştıran durumlara daha hassas hale getirmektedir ve bunun neticesinde meydana gelen düşünceyi kontrol edememe durumu insanları daha da üzmektedir. Diğer bir durum ise düşüncelerin geçiciliğini fark etme şansımızı kaybetmektir. Ortalama bir insanın zihnine günde 4000 civarında düşünce, imge, istek gelmekte bunların birçoğunun ya hiç ya da çok az farkına varmaktadır. Yani bir takım düşünceler yapmakta olduğumuz şeylerle ilişkili olarak zihnimize girer ve çıkarlar. Sadece okb’li danışanların değil birçok kişinin de takıntılı davranış ve düşünceleri vardır. Aralarındaki yegâne fark ise o düşüncelere atfedilen anlamda gizlidir. Okb’li danışanlar düşüncelerinden korkarlar ve onlar için zihinlerine gelen şeyler sanki yapmışlar gibi onları etkiler.

Düşünce, imge ya da bir dürtü şeklinde olsun her türlü takıntının üstesinden gelmenin kilit noktası takıntıların kontrol edilmesi gerektiği inancını yok etmektir. Farkındalık ve Yeni Bir Deneyim, psikoterapi sürecinin değişime vesile olabilmesi için bir araya gelmesi gereken iki unsurudur. Yeni bir deneyimden kastedilen danışanın yapmaktan korktuğu şeyleri kolaydan zora kademeli olarak deneyimlemesi yani kaygıya neden olan durumlara kendini maruz bırakması kastedilmektedir. Maruz bırakma aşamasında danışanın kaygı seviyesi ilk başta artsa da maruz bırakma işlemine devam edildikçe kaygı dayanılır seviyelere inmekte ve hatta tamamen kaybolabilmektedir. Yapılan araştırmalar korku duyulan şeyle yüzleşmenin yarattığı kaygının genellikle 30 dk içinde normal seviyelere indiği belirtilmektedir. Son olarak; takıntılarınız için kullandığınız geçici çözümler kısa vadede kazanç sağlarken uzun vadede acı vermektedir. Anlık rahatlamalar için geçici çözümlere başvurmamak ve takıntılarla yüzleşmek kısa vadede acı verse de uzun vadede kazanç sağlamaktadır.

Obsesif kompülsif bozukluk insanların işlevselliğini her alanda sınırlandırabilen bir bozukluktur. Özel hayat, iş hayatı, çocuklar, sosyal ilişkiler… Bunların hepsi okb’den nasibi almaktadır. Yani kişinin işlevselliğine farkında olsun ya da olmasın büyük zararlar verebilmektedir. Özellikle bizim toplumumuzda bir psikoterapistten yardım almak hem kültürel hem de maddi sebeplerden dolayı çok kolay olamamaktadır. Bu durumda olan kişiler kendilerine şu soruyu yöneltebilirler; ‘’Okb ile yaşamak mı yoksa ondan kurtulmak mı daha maliyetli?’’

 

Sağlıcakla kalın…

Hasan DURAN

Uzman Klinik Psikolog/Psikoterapist

 

Kaynakça

Psikanalitik Tanı, Nancy McWilliams

Bilişsel Terapi ve Uygulamaları, Robert Leahy

Takıntılarla Başa Çıkma, Christine Purdon, David A. Clark

Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi15
Bugün Toplam64
Toplam Ziyaret344138
KİŞİSEL GELİŞİM-MAKALELER